top of page

Çölde avangard bir yankı / Fikri Türkel

ree

Nukus’un Sessiz Çığlığı

Orta Asya’nın kalbinde, Aral Gölü’nün soluk gölgesinin yakınında, çölde saklı bir inci gibi duran Nukus şehri, yalnızca haritalardaki konumuyla değil, sanata dair sakladığı “kültürel cephaneliği”yle de eşsizdir. Burada yükselen Karakalpakistan Devlet Sanat Müzesi (diğer adıyla Savitsky Müzesi) bir müze olmanın çok ötesinde; bir direnişin, bir hafıza savaşının ve bir estetik devrimin mekânıdır.

Müzeyi gezerken, galerinin koridorlarından Fergana vadisinden Amuderya’nın kıyılarına, Semerkant ve Buhara’nın mimari yapılarından çölün enginliğine uzanan karmaşık duygular içine girdim.

Müzenin kurucusu Igor Vitalyevich Savitsky (1915–1984), yalnızca sanat koleksiyoncusu değil; bir “kültürel arkeolog” ve bir “estetik kurtarıcı” olarak anılmayı hak ediyor. Moskova’nın soğuk atölyelerinden Semerkant’ın yanan ışıklarına uzanan yolculuğu, 20. yüzyılın politik çalkantıları arasında unutulmuş bir sanatı gün yüzüne çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda Rus Avangardı’nın bir anlamda yeniden doğmasına vesile oldu.

ree

Batının izinde, Doğu’nun gölgesinde

Orta Asya’da, İslam medeniyetinin derin etkileri yüzyıllar boyunca figüratif sanatın gelişimini besledi, süsleme ve soyut motifler öne çıktı. Timur dönemi minyatürlerinde olduğu gibi doğa, gerçekçi bir tasvir değil, sembolik bir bağlamda ve çoğunlukla idealize edilmiş biçimde sunulurdu.

19. yüzyılın sonlarında ise Rus Oryantalistlerinin bölgeye gelişi, manzara ve portre sanatında yeni bir perspektif getirdi. Ancak bu “egzotik” bakış çoğu zaman oryantalist bir romantizmle sınırlı kaldı. Avanguardia Orientalis adı verilen yeni kuşak sanatçılar ise bu yaklaşımı reddederek, yerel ritimleri, çölün ışığını ve halkın kadim yaşamını duyarlı bir lirizmle yoğurmayı seçti.

Yesenin’in “renklerin ateşiyle yankılanan” ifadesi, işte tam bu dönemi ve bu yeni bakışı simgeler.

ree

Nesnelerin sessizliği: Natürmortun dönüşümü

“Naturemorte” kavramı Batı’da 18. yüzyılda doğmuşsa da, özünde kadim bir felsefi sessizlik taşır: Varlık ve yokluk, ölümsüzlük ve geçicilik arasındaki o ince çizgi. Avangard ressamlar için natürmort yalnızca nesnelerin düzenlenmesi değil, insan ruhunun içsel yankısıdır.

Rus Avangardı’nın doğrudan etkisiyle, Orta Asya’da natürmort, geleneksel dekoratif motiflerin ötesine geçerek maddi dünyayı sorgulayan, varoluşçu bir anlatı haline geldi. Robert Falk’ın “Suzani Background” adlı eseri, bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biridir: Geleneksel bir Özbek halısı, bir çapan giymiş genç kadın figürüyle birleşerek hem yerel hem evrensel kimlik arayışını temsil eder.

ree

Ruhun aynası portreler

Bir portre, salt yüzün tasviri değildir; kişiliğin, toplumsal konumun, kültürel mirasın bir tercümesidir. Nukus koleksiyonundaki portreler, fotoğrafın donuk gerçekliğine karşı resmin sonsuz yorum kabiliyetini öne çıkarır. Her fırça darbesi, izleyicinin bakışında yeniden şekillenen bir anı, bir hikâyeyi taşır.

Sanatçı burada yalnızca bir tasvirci değil; bir şair, bir filozof ve bir tarihçidir. Böylece, her yüz, yalnızca bireyin değil, toplumsal belleğin ve kültürel akışın bir parçasına dönüşür.

ree
ree


Mistisizmin peşinde

Aleksandr Nikolaev’in (Usto Mumin) Sufi mistisizmiyle derin bağ kurarak İslam’a geçişi, Avanguardia Orientalis’in ideallerini yansıtan radikal bir örnektir. Usto Mumin’in resimleri, tasavvufi bir arayışın, sonsuz döngülerin ve kozmosun içsel müziğinin görsel dildeki karşılığıdır.

Benzer şekilde, Oganes Tatevosyan ve Ruvim Mazel gibi sanatçılar, suzani desenlerinde, halılarda ve küçük suluboyalarda, ritim ve formun “kozmik bir müzik” gibi tekrarlandığı yeni bir şiirsel dil kurdular.

ree
ree
ree
ree

Artivizm ve sosyal gerçekçilik

1920’lerin “Artivizm” dönemi, sanatın salt estetik kaygılar yerine toplumsal işlev üstlendiği kritik bir devredir. Bu dönemde sanatçılar, ARIZO (Görsel Sanatlar Çalışanları Derneği) gibi kolektif girişimlerde, sanatı sokaklara ve kamusal alanlara taşıyarak yeni bir “halk sanatı” oluşturma çabasına girdi.

Tatevosyan’ın Semerkant’taki İzofabrika’sı, sanatçının “eşitlikçi bir üretim atölyesi” hayalini somutlaştırır. Vitrindeki tubeteika eskizlerinden Pamuk Üçlemesi’ne kadar, dönemin eserleri bir yandan biçimsel arayışlarla yoğrulurken, diğer yandan Sovyet ideolojisinin toplumsal gerçekçilik baskısına da maruz kaldı.


Çölde parlayan felsefe

Savitsky’nin şu sözleri, Nukus koleksiyonunun felsefesini kristalize eder: “Bu yerler, sonsuz kombinasyonlar ve armoniler içinde rengin algıyı zenginleştirdiği, gözü sürekli olarak yeni tonlara uyaran bir incelikle karakterize edilir.”

Semerkant’ın mavi kubbeleri, Buhara’nın altın tozlu duvarları, Aral’ın beyaz ufuk çizgisi… Tüm bu manzaralar, Avanguardia Orientalis sanatçılarının tuvallerinde coşkulu bir renk senfonisine dönüşür.

ree
ree

Kozmist hayaller: Amaravella

“Amaravella” grubu, Rerikh ve Kandinsky’nin fikirlerinden beslenen, kozmik bilinç ve evrensel uyum ideallerini sanata taşımayı amaçlayan, neredeyse ezoterik bir kolektif olarak karşımıza çıkar. Fateev, Sardan ve Shigolev’in eserleri, yalnızca görünenin ötesine geçmeyi değil, aynı zamanda “semboller ormanında” yol almayı önerir.

1927 manifestoları, sanatın akılcı analizle değil, sezgi ve içsel empatiyle algılanması gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, doğunun mistik estetiğiyle Batı avangardının soyut arayışlarını çarpıcı bir şekilde birleştirir.


Igor Savitsky: Sessiz bir muhafız

Savitsky, topladığı 100.000’den fazla eserle, neredeyse bir “çöl keşişi” gibi sanatın kaybolmaya yüz tutmuş şifrelerini saklamayı ve yaşatmayı başardı. Nukus Müzesi onun dehasını yansıtan bir “laboratuvar” gibidir: Burada eserler üç veya dört sıra halinde asılır, tıpkı duvarlarda bir şenlik, bir görsel festival yaşanır.

Sanat tarihçisi Zelfira Tregulova’nın ifadesiyle: “Savitsky, Orta Asya’nın çöl tozundan bir sanat medeniyeti inşa etti. Onun vizyonu olmasaydı, bu kültürel katman sonsuza dek kaybolabilirdi.”


Bugüne yansıyan miras

Özbekistan’ın bağımsızlık sonrası kimlik arayışında, Savitsky Müzesi yalnızca bir sanat hazinesi değil; bir ulusal hafıza alanı oldu. Bugün bile, dünya çapında küratörlerin, sanat tarihçilerinin ve koleksiyonerlerin gözünde, Nukus’ta saklı bu koleksiyon “Louvre’un çöldeki kardeşi” olarak anılır.

Yönetmen Marinika Babanazarova ve Özbekistan Sanat ve Kültür Geliştirme Vakfı’nın güncel çabaları, bu mirası korumak ve genç kuşaklara aktarmak için sürdürülen bir “sessiz diplomasi” gibidir.


Çölün yankısı

Nukus’taki bu benzersiz koleksiyon, Batı ve Doğu sanat geleneğinin, eski ve modern, mistik ve sosyal gerçekçi bakışların iç içe geçtiği bir “kozmik diyalog” sunar. Tıpkı Aral Gölü’nün kuruyan sularında yankılanan geçmiş sesler gibi, bu müzede de her tablo, her renk, her motif sonsuz bir yankının parçasıdır.

Nukus, belki de artık yalnızca bir şehir değil; insan ruhunun evrensel ışığını barındıran bir “manevi pusula”dır.


Yazar: Fikri Türkel



Comments


bottom of page